28 Ekim 2012 Pazar

She's Madonna



Kıyıda köşede kalmış bir şarkı geldi aklıma, çıktığı günlerde hipnotize olup dinlerdim.
"Drag Queen"lerden, yüzlerdeki o duygusal yoğunluk ve irrite edicilik sebebiyle her zaman çok fazla etkilenmişimdir.

Drag queen kavramı zaten enteresan; cinsel tercihleri çoğunlukla "straight" olan, gece kulüplerinde abartılı kostümlerle "travesti"liğin karikatürize edildiği bir rol.

Esas amaç bunu eleştirmek mi yoksa yüceltmek mi, ben henüz anlayamadım. Ama belirgin olan bir şey varsa toplumsal yapıda "iğrenilen şeye ilgi duymak" meselesi drag queen'leri izleyicilere çekici kılar.


Ben şahsen klipteki Robbie Williams'ı da beğendim; yüz ifadeleri, hareketleri bana çok gerçekçi geldi. Klipte oynaması da bambaşka bir şey zaten. Robbie Williams'ın eli her yere uzanan cürreti beni yine yine ve yine etkiliyor.

Şarkı 2007 senesinde çıkmış, "Pet Shop Boys" katkısı sonnn derece güzel olmuş:


12 Ekim 2012 Cuma

The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli)





İşte "O" film!

IMDB Top 250'de çok reyting ve çok oyla birinci sırada gelen o film.

Adı telaffuz edildiğinden beri dinmeyen "Ya olur mu, o film nasıl birinci olur, o varken şu varken bu varken rerörörörörö...."   leri bir kenara bırakırsak;

Güzel oyunculuklu, güzel kadrolu, güzel sahneli, güzel yönetmenli, güzel görüntülü, güzel hikayeli bir filmi rafa kaldırdığımız için sevinçli olabiliriz.


Film Top 250'nin birincisi olmaya layık mı ?
Bu çok değişken bir durum ve esasında saçma bir soru. Yani herkesin "bir" adet gönül birincisi filmi vardır. O "bir" adet film, top 250 sıralamasında "bir adet oy"a tekabül eder. O oylar toplana toplana Redemption'ı birinci ilan etmişse, bunu hak etmiş olmadığını düşünmek biraz anlamsız.


Neyse gelelim filme.





Ne kadar güzeldi ya.
Gerçekten.

Ne kadar güzel, bir o kadar da sıradan, bir kurguyu hikaye içerisindeki "yan beslemeler"le akıcı bir şekilde izledik!

142 dakika, kolay mı ? 142 dakikayı pişmanlık yaşatmadan hayattan çalabilen nadide filmlerden bana kalırsa, The Shawshank Redemption.





Bu akıcılığın ve izleyen üzerinde kalan "duygusal hafifliğin" temelinde filmin ironisi yatar.
Film ağır bir dramdan, acıdan ve düşkünlükten doğrulup anlatılmaya başlandığı hikayesini, izleyenin omzuna yük olmadan aktarır.
Öyle ki, film hikayesini anlatmaz bile, film izleyenle konuşur; izleyen cevaben "Aa, öyle mi ?" der ve yönetmenin meramını öğrenir.





Hapishane yaşamı, zor koşullar, beklenmeyen tehlikeler, tecavüzler, rüşvetler, faili meçhul cinayetler ve bana göre en fenası "bir insanı çift müebbet hapse çarptıracak denli büyük bir YANLIŞ ANLAMA" demir bir leblebi olarak boğaza oturmaz, su gibi kayar gider.

Üstelik benim gibi gözlerinde bir damla yaş belirmeden en acıklı filmleri izleyebilen dram manyakları için bu filmin hikayesinden başlı başına 5 deli film çıkardı.

Bir tanesine hapishane yaşamı, bir tanesine beklenmeyen tehlikeler, bir tanesine yanlış anlaşılmalar bir tanesine tecavüz ve mağduriyet... Ağır çekimde, kasvetli yoğunlukta bir ton senaryo...


Fakat film çok sayıda ayrı olayı-karakteri tempoyu düşürmemede kullanmayı başarmışken vermek istediği tüm mesajları aheste aheste verebilir.


Çünkü en önemlisi;

Bu film "akıllı" bir filmdir.

Neden mi ?




Hapishane düzeninin çapraşıklığından, başına buyruk gardiyan krallardan ve nice olumsuz sosyal durumdan bahseder; dikkatleri çeker fakat bir an bile olsun hırçınlaşmaz.

**
Azınlığın takdirine layık filmlere saygım çok fazla, sevgim ondan da çok; fakat yıpratıcılığı ve "asi"liğiyle başımı döndürüp mihenk taşlarım olabilmiş filmleri tenzih ederim; bu film onlardan apayrı bir kategoride (daha iyi/daha kötü tartışılır) apayrı bir değere sahip.
**


Çünkü bu film içerdiği ağır duygulara rağmen, sinemalarda yasaklanmaz, ayakta alkışlanır.

Çünkü bu film vermek istediği mesajları çirkinleşmeden, dozajı aşmadan usturubuyla verip veriştirir.

O sizin yüzünüze hatalarınızı bağırıp çağırmadan fısıldayarak sizi yola getiren tatlı arkadaşınız oluverir.

Film makarasıyla üç kuruşluk hırsların ve azılı yönetmenlerin gazabına uğramaz, ince ince çekilir, ince ince işlenip insanlığa sunulur.

Sonunda söylediğim gibi, ayakta alkışlanır.





Filmin o hafif aksanı asla duygusal tarafa geçemez. Tam tersine, "hırçın" filmlerden alışık olduğumuz üzre düşünceler izleyenin gözüne gözüne sokulmaz. Çok sonradan anlarsınız ne kadar düşünmeniz gerektiğini ve "derin ve lacivert Pasifik Okyanusu'nun derinliğini".




Hapishane duvarına asılan aktris posterlerine ne çabuk kanmıştık.
Bizim için Andy Dufresne yalnızca Rita Hayworth'ü ya da Marilyn Monroe'yu duvarına poster halinde asılı tutmayı istemişti, kafasını dağıtmak için.

Fakat mahkum arkadaşların izlediği o filmdeki gibi, bu filmin de baş rol oyuncusu Rita'ydı. Rita, Raquel ve arkasındaki kocaman delik :)




VE
Andy'nin arkadaşlarına ısmarladığı biraların içildiği anlar,
VE
Red-Andy dostluğu,
VE
Andy'nin kafayı yemek bir yana dursun, hapishane yaşamını iradesi ve gücüyle artıya çevirdiği sahneler...

Film tatlı tatlı duygu patlamalarından oluşuyor.



Değinmek istediğim bir diğer şey de filmin adı.

"Esaretin Bedeli"ni derhal unutup siliyorum kafamdan!
 (O nasıl bir çeviri?)


The Shawshank "Redemption": kurtarılmak, dönüştürülmek;

Haneye bir artı olarak yazılmak, dezavantajların avantaja dönüşmesi, şansın dönmesi; her şeyin yerli yerine oturması, hayatın anlamlanması...



Redemption = Andy'nin yaşadığı her şey.



Andy sıradan bir eş ve banker olarak düştüğü amansız durumdan iradesi ve planlılığı sayesinde dimdik ayaklanmayı bilir. Onun gücü, atlattığı pek çok badireden sonra, ona saygınlık-rahat bir hapishane hayatı olarak geri döner. Elbette planlarını yapar, bambaşka bir şehirde bambaşka birine dönüşmesini sağlayan basamakları sessiz sedasız Shawshank'ta tırmanmaya başlar.








Her şey hapishane ortamının en kurtarıcı alanı, kütüphanede başladı. Andy güruhun bilgilisi oldu ve bu farklılığıyla bir yerlere gelmeye başladı.

Filmin kurtuluşu "bilgi"deydi.

Andy kanalizasyon boruları arasında sürünerek özgürlüğünü ellerinin arasına aldı.
Sonra yağan yağmurun altında pür-i pak oluncaya kadar haykırdı; "yeni doğmuş bir bebek gibi, çığlığını atarak yeni yaşamına başladı".










Çok güzel, çok değerli.

İzlenmesi yeterli gelmeyen; "sonuna kadar anlaşılması, her küçük taşın altından bir anlam çıkarılması" gereken tatlı-sert bir film.