10 Eylül 2012 Pazartesi

Silence Of The Lambs (Kuzuların Sessizliği)


Kuzuların Sessizliği'ni tekrar, takrar ve tekrar izledim. Son tekrarım geçtiğimz günlerdeydi.

Muhteşem bir film. Psikolojik gerilimin insanı alıp götürdüğü, izlerken kendinden bir şeyler katmanın gerekliliğini ortaya koyan, düşündüren ve o sahnede yaşatan cinsten.

Filmde her izleyen Clarice Starling'in gölgesine giriyor, onun gibi düşünmek istiyor. Filmin merkezindeki Dr Hannibal Lecter'ın bakış açısından faydalanmak istiyor.



1991 gösterim tarihli film, cinayet ve farklı komplekslerin birleştiği caniler dünyasına FBI ajanlığı öğrencisi Starling'le göz atıyor.

Filmde Jodie Foster'la bir ajan olmanın gerektirdiği tüm kalifiye özellikler sergileniyor.
İnsanlara yaklaşım, canilere yaklaşım, cinayetin sırlarının çözülmesi ve tehlikeli anlarda ne yapılması gerektiğinin verildiği öğretim izleyici tarafından seçilebiliyor.


Filmin bütün kafa karıştırıcılığı, arada verilen seyahate-resme-müziğe dayalı alt fikirler, gizemler; kurbanlarının etlerini ve derilerini yiyen bir "yamyam" olan Dr Hannibal Lecter üzerinden veriliyor.
Bu durum izleyenin Lecter'ı yalnız bir katil olarak görmesinden ziyade, onun; insanların yalnızca yüzüne, konuşmasına bakarak gizemleri çözmesine ve hayata dair bilebildiği her değişik duruma bir açıklama getirebilmesine hayranlık duyabilmesine sebebiyet veriyor.


Ajan Starling'in "Buffalo Bill" adlı bir cinayetin soruşturmasında yardımcı fikirler alabilmek üzre yakalanmış bir cani olan Dr Lecter'ın hücresine gönderildiği ve onları aynı karede görebildiğimiz ilk anlara gidelim.


Kendinden emin duruşu, taranmış saçları ve düzenli bir şekilde giydiği mahkum tulumuyla Lecter akıl sağlığı son derece yerinde (en azından sohbet düzeyinde) bir mahkum olduğunu göz önünde bulundurmamızı sağlar.

Starling'in güvenini sınadığı ve hatta onu kendi kokusuyla analiz ettiği an çok güzeldi:
"Evyan cilt kremi kullanıyorsun, ve bazen L'Air du Temps sürüyorsun, ama bugün sürmemişsin..."



Zaten hücre duvarına asılmış, bütün detayları akılda tutularak çizilmiş Floransa skeçleri, ileriki sahnelerde ara ara hücresinden dinlediğimiz  klasik eserler, okuduğu kitaplar ve kadınlara dair bilebildiği tüm ince detaylarla Lecter "kafasız ve saplantılı bir cani" rolünden çok, "zevk sahibi ve zevklerini saplantı haline getirmiş" bir cani rolüne daha fazla uyum göstermeyi becerir.

İşlediği tüm suçları da bir anlamda beslenme(!) noktasındaki zevklerine bağlı kalarak işlediğini söylemek mümkündür.
Lecter zevk sahibi ve ne kadar canice olsa dahi zevklerinden geri durabilmeyi başaramayan bir suçludur.

Bu da, en azından benim, ondan iğrenemememi sağlar.

Bu esnada Anthony Hopkins inanılmaz bir oyunculuk sergiler.
Aynı anda hem bu kadar psikopat hem de ölçülü duruşları harikaydı.




Film devam ederken, Buffalo Bill soruşturması da devam eder. Starling Lecter'dan istediği doğrudan tarifi alıp Buffalo Bill'in gerçek kimliğine ve yerine yönlenemez.

Lecter onu söz oyunlarıyla oyalar, penceresiz hücresinden oldukça sıkılmaktadır.

FBI'ın ona ve bildiklerine ihtiyacı olduğunu görünce bu işi karşılıksız yapmamak ister. Farklı bir yerde, farklı bir alanda tutulmak ister. Bu "sıradanlık"tan uzakta olmak ister.



Filmin temposu aranmakta olan katilin yeni cinayetine dair görüntülerle, bulunan delillerde, "FBI students training"lerle asla düşürülmez. İzleyen soruşturmanın tam göbeğine yerleşir.


Bill'in burdan sonraki ilk tutsağı şansına bir senatörün tek kızıdır ve herkes soruşturmaya ilgi duyar. İlgiyi Lecter da paylaşır.

Onun isteklerinin bir kısmı yerine getirilir, hücresinden ayrılıp farklı bir yerde tutsak edilmeye götürülür...

İşbu mekan değiştirme esnasında bir felaket olacağını her izleyen hisseder. Starling'in eski hücresindeki Lecter'la teması esnasında görevlilerin "ona asla kalem, ataç, zımba ulaştırma" uyarısı bir sonraki sahnelerde uyuz gardiyan Chilton'ın Hannibal'a verdiği vaazlardan sonra, bağlı olmasına güvenip tükenmez kalemini başucuna bırakması heyecanı tırmandırır.


Çünkü Hannibal'ın kaleme bakış attığı sahneden sonra kalem artık orada değildir  :)



İstediği olur, yeni havadar hücresine yerleşir. Kitapları ve teybi olur. Zaman zaman Clarice Starling'le konuşup ona dolambaçlı yollardan katilin eşgalini vermeye devam eder.


İki polisin Hannibal Lecter'a yemeğini getirmek için öncesinde onu kelepçeleyip sonra hücresine girdikleri sahnede Hannibal'ın elinde tükenmez kalemin çelik mürekkep tüpünü görür ve olacakları tahmin ederiz.

Lecter yine yapacağını yapar ve polisleri etkisiz hale getirir. O andaki ısırıklarıyla, hücresinde kaldığı 8  sene boyunca "öldürememenin" ona verdiği sıkıcılığı izleriz.



Lecter'ın klasik müziği fonundaki gerinişi yine eski formuna döndüğüne ve asıl maceranın -eğer yakalanmazsa- buradan sonra başlayacağına işaret eder.


Polis kuvvetleri elbette katları kuşatır, damlayan asansör tavanında Lecter'ın olduğunu zanneder.
Asansör tavanı açıldığında ölü bir bedenle karşılaşılır. İzleyici dahil kimse Lecter'ın öldüğüne inanamaz.

Saldırıya uğrayan iki polis memurundan biri hücre parmaklıklarında bir "melek" dekoru ile sergilenmekte, biri yüzü parçalanmış vaziyette ambulans sedyesinde yatmaktadır.


Asansör tavanında Lecter'ın beyaz mahkum kıyafetiyle bulunan cesedin, yüzü parçalanmış şekilde ambulans sedyesinde gitmekte olan ceset olması gerektiği anlaşıldığında iş işten geçmiştir.




Parçalanmış gerçek deri maskesini indiren Hannibal tüm ambulansı ele geçirir ve mahkumiyetine son vererek insanlar arasına karışır.

Bu esnada hedefi Lecter'ın yardımıyla bulduğunu zanneden FBI 400 mil uzaklıktaki olay mahaline gitmeye koyulur. Bütün bunlardan habersiz Starling Lecter'ın kafa kucalayıcı bulmacalarından birini çözerek zanlının ilk katlettiği kadının evine gider. Orada farklı bir isme ulaşır, o isme ait yakınlardaki eve gittiğinde ise Buffalo Bill'in ta kendisine ulaştığına emin olur.


Kurbanların gırtlağından çıkartılan kelebek kozalarının temsil ettiği değişime uygun olarak, Buffalo Bill cinsiyet değiştirmeye çalışan, yalnız yaşamlı ve kurbanlarının derilerini yüzüp kendine elbise yapmaya telaş eden bir "loser"dır.




Ted Levine'ın tüm o kadınsı ve histerik tavırları gerçekten çok güzeldi.


Starling silahına doğrulduğu anda Bill kaçar, ev içerisindeki kovalamacadan sonra zifiri karanlıktaki Bill'den kaynaklanan bir küçük tıkırtıyla Starling hedefi vurmuş, senatörün kızını henüz öldürülmeden kurtarmış olur.


Filmin buradan sonraki kısmı, odada farkında olmadan kaybettiği kalemi sayesinde Hannibal'a özgürlüğünü bahşeden uyuz gardiyan Chilton ve Lecter arasında geçer.




Hannibal artık uzaktadır, Starling'i arayarak yaptığı son görüşmeden sonra gardiyan Chilton'ı haklayacağını gösteren sahne ile film sona erer.


"Silence Of The Lambs"in en güzel yanı elbette Anthony Hopkins ve canlandırdığı karakterdi. Tipik bir cani kimliğinin yanı sıra zekası ve duruşu ona bambaşka bir tavır ekliyordu. Filmin sürükleyiciliğinin yanında Lecter'ın belirdiği her sahnedenn ve yaptığı her konuşmadan çok keyif aldım.

Bundan sonra 2001 yılında çekilmiş olan devam filmi "Hannibal", Starling rolüne Julianne Moore'u getirir ve Hannibal Lecter sevenler için, filmin odağının ona kaydırılması sebebiyle daha doyurucu bir içerik taşır.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder