Herkesin hayata bakışını büyük ölçüde değiştiren bir fantastik filmi vardır, işte ben şimdi bütün duyguları baştan yaşayacağım.
Fantastik öğelerin her türlüsüne her an karşı olan ben şu ana dek 2 film karşısında duruldum; biri kesinlikle Matrix diğeri Sin City.
Filmin cast timi bir kadro değil adeta bir efsane geçidi. Kimler, kimler yok...
Frank Miller'ın aynı adla gelmiş çizgi roman serisinin beyaz perdeye taşınmış hali olan film her haliyle ışıltılı ve gösterişli anlayacağınız.
İhtiras dolu bir sahneye, akabinde de bir filme adım atıyoruz galiba diyip yerimizi koltukta sağlamlaştırırken, iki dakika otuzuncu saniyede "ihanet"e uğruyoruz. Josh Hartnett orada tetiği çekerek yalnızca Marley Shelton'ı öldürmekle kalmadı, ilan-ı aşk edildiği anda yumuşayıp gevşemiş tüm seyirciyi öldürüp mecburiyetle tekrardan diriltti.
Sonraki sahnelerde kendimizi mafya-derin devlet-din-polis çemberinde buluruz, nitekim hikaye burada çoğullaşır ve her biri birbirinden harika oyunculardan oluşan karakterlere bölünür.
Film boyunca karakterlerin iç sesleri zaten anlamış olduğunuz olayı bi parça komikleştirerek iyice kafanıza yerleştirir. İç sesler herhangi bir açıklayıcılık içermekten ziyade yalnızca karakter ağzından, karakter ağzı mizahı yapmaya yarar.
Hikayeye dahil olan ilginç karakterlerden bir tanesi şüphesiz genç kızların (bilmiyorum rolü çekici bulmayan varsa yalnız ben de üzerime alınabilirim) sevgilisi: Marv.
Marv'ın muhteşemliği, kalın derili, iri yarı ve daima yara
bere içerisindeki görünümünden ziyade; o dev haliyle
tam bir aşık olmasından ve hikaye boyunca varoluş
sebebinin "Goldie" ve "Goldie'nin intikamı" olmasından ileri geliyor.
Marv hikayenin başından sonuna kadar tam bir çılgın, yenilmez ve fikrinden döndürülemez biri. İroninin sempatiye dönüştüğü ve kızların kalbini tuttuğu nokta da, hikaye içerisindeki hemen herkesten katı olan Marv'ın söz konusu Goldie ve ölümü iken sınır tanımayan bir duygusala dönüşmesi.
Yalnız bununla da sınırlı değil!
Sonraki sahnelerde karşılaştığımız "Fahişeler Kenti" ve kent sakinleriyle aynı kareye giren Marv, sorguya çekildiği anda kadınlar tarafından sandalyeye bağlanır ve yüzüne silah kabzasıyla bir biri ardına sağlam darbeler yer...
Bir süre sonra kadınlarla sözlü uzlaşmaya vardığında, halatları kendiliğinden, sessizce çözüp uzaklaştıran Marv'a karşısında dikilmekte olan kadınlar inanamazlar:
"Kaçabileceğin halde niçin kaçmadın ?" derler.
Nihayetinde Marv'dan gelen cevap:
Tanrım! İşte tam olarak şu an sessizlik istiyorum... Neyse evet işte filmin absürdlüğüyle en çarpıcı sahnesi buydu :)
Bir diğer enteresan karakter de "Kevin".
Kardinal dışında kimseyle konuşmamış, sesini duyamadığımız toy görünümlü yamyam. Karşısındaki rakibiyle yakın dövüş esnasındaki atikliği ve esnekliği çok ilginçti.
Ve öldüğü esnada bile yüzünden silinmemiş olan sinir bozucu ifadesi...
Eliaj Wood mükemmel bir "Kevin"dı.
Kişisel bir Benicio Del Toro
hayranı olarak Jackie Boy'lu tüm sahneleri gözlerimi kırpmadan izledim elbette.
Film boyu Yellow Bastard Roark Jr.'ın turuncu pekmezini akıtmak istedim. Neyse ki bunu benim yerime sevgili Hartigan icra etti.
Hartigan ve Nancy ilişkisi filmi noktalayan hüzün oldu. Masum bir polis-kurtarılan küçük kız hikayesinin aşka dönüşmesi, tüm mektuplaşmaları çok duygulu ve çok güzeldi.
Filmin renksizliği, oyuncuların başarısı, çizgi romanın sinemaya kusursuz aktarılışı insanı gerçekten bambaşka bir dünyaya sokuyor. Bu filmden etkilenmemek, bittiğinde "Dünya kötü, dünya acımasız ve dünya boş..." tesiriyle uzaklara bakıp Marv'laşmamak imkansız.
Her şeyiyle düşünülmüş, uğraşılmış mükemmelleşmiş bir filmdi, "Sin City".